Suriye’nin bir Toplumsal Sözleşmeye mi Yoksa bir Anayasaya mı İhtiyacı Var? Siyasi Uzlaşmanın Anayasaya Önceliği
Analitik Makale
Sosyal sözleşme fikri devletin ortaya çıkışının temeli olarak görülmüştür. Birçok düşünce ve din adamı, yöneticilerinin mutlak hükümdarlığını destekleme veya ona karşı çıkmaya yönelik siyasi görüşlerini desteklemek için bu fikri kullanmıştır.
1787 yılında Amerikan Anayasası’nın kabulü ile yazılı anayasa fikri ortaya çıkmış ve günümüzde çoğu ülkede anayasa uygulanmaktadır. Bu gelişmeler sonucunda siyasi ve hukuki yazılarda anayasa ve sosyal sözleşmelerin konu ve şekil açısından ne derece bağlantılı olduğu tartışılmaktadır. Bazıları anayasanın sosyal sözleşmenin yasal ifadesi olduğunu savunurken, diğerleri bu iki kavram arasında farklılıklar olduğunu iddia etmektedi.
Suriye için yeni bir anayasa yazılması ve bunun sosyal sözleşme ile ilişkilendirilmesi konusunda pek çok soru ortaya çıkıyor: Suriye bağlamında sosyal sözleşme anayasadan farklı mı? Suriyelilerin önceliği sosyal sözleşmelerini tamamlamak mı yoksa yeni bir anayasa yazmak mı olmalıdır? Genel olarak yeni bir sosyal sözleşmenin oluşturulması için uygun ortam nedir ve Suriye özelinde nasıl olmalıdır? Yeni anayasa, istenen istikrarı sağlayabilir mi?
Sosyal Sözleşme ve Anayasa: Karşılaştırmalı Bir Bakış
Sosyal sözleşme teorisi, siyasi topluluğun ortaya çıkışını, varlığını ve devamını açıklar. İnsanların ortak yaşamlarını düzenleyen hak ve yükümlülüklerin temelini, gönüllü olarak kabul ettikleri bir sözleşme oluşturur.
Sosyal sözleşme teorisi, devletin halk veya halkın bileşenleri tarafından üzerinde anlaşılan bir sözleşme sonucu ortaya çıktığını vurgular. Bu sözleşme, devletin temelleri, hükmedecek otoritenin esasları ve bireylerin hakları ile özgürlüklerine saygı gösterilmesi gibi temelleri içerir. İnsanların bu haklardan sadece ortak yaşam için gerekli olduğu ölçüde feragat edebilecekleri kabul edilir.
Öte yandan anayasa, devletin yapısını ve doğasını açıklayan, basit ya da karışık (federal) olup olmadığını belirten, hükümetin cumhuriyet mi, monarşi mi olduğunu gösteren ve kamu otoriteleri arasındaki ilişkiyi düzenleyen kurallar bütünüdür. Ayrıca bireylerin hak ve özgürlüklerini de tanımlar.
Sonuç olarak sosyal sözleşme ve anayasa arasındaki ilkeler açısından benzerlikler vardır. Her ikisi de temel hak ve özgürlükleri güvence altına alır ve yönetim kurallarını düzenler.
İdeal durumda, sosyal sözleşme anayasanın öncüsü olarak kabul edilir ve siyasi toplum anayasal süreçlere zemin hazırlar. Ancak birçok “yurtdışında yaratılan” ülkede sosyal sözleşme olmadan da anayasa yapılmıştır ve bu anayasaların halkın iradesini ne kadar yansıttığına bakmadan bir nevi meşruyiete sahip olmaktadır. Bu nedenle çoğu zaman sosyal sözleşmeye dayanmayan anayasalara şahit olmaktayız.
İdeal durum ile gerçek arasındaki ayrım, dış faktörlerin sosyal sözleşme ve anayasanın oluşumundaki rolü üzerine düşünmeye yönlendirir. Dış faktörlerin sosyal sözleşme oluşturma üzerindeki etkisi sınırlıdır. Dış faktörlerinin tek başına karmaşık bir ortamda sıfırdan bir sosyal sözleşme inşa etmesi imkansız ancak iç sosyal, coğrafi ve tarihi faktörler, dış faktörlerinin bu süreçte daha büyük bir etki sahibi olmasını kolaylaştırabilir. Buna karşılık, dış güçler anayasa yazımında daha büyük bir rol oynayabilir.
Zaman açısından toplumsal sözleşme ile anayasa arasında da net ve kesin sınırlar yoktur. Özellikle de devletin oluşumu (siyasi birlik) ile anayasa yazımının eş zamanlı olduğu ülkelerde, Arap ve İslam ülkelerinin çoğunda olduğu gibi. Dolayısıyla anayasa yazma fırsatı, toplumsal sözleşmenin ortaya çıkabileceği ortam olabilir. Ancak bu, sözleşmenin yazılmasına dair gerekli koşulların sağlanmasına bağlıdır ve bu makalede daha sonra değineceğimiz konular arasında yer alacaktır.
Sonuç olarak her devletin bir “siyasi birliği” ve bir anayasası olması gerektiği varsayılır. Anayasa, toplumsal sözleşmenin yazılı ya da geleneksel hukuki ifadesidir ve yönetim sistemiyle, yönetici organlar ve bunların yönetilenlerle olan ilişkilerini içerir. Bu ilişkinin temeli ne olursa olsun bu durum geçerlidir. Ancak birçok durumda toplumsal sözleşmeye dayanmayan bir anayasa bulunabilir ve bu yukarıdaki varsayımı ihlal eder. Bu durumda Suriye bağlamında şu soru ortaya çıkar. Anayasaya mı yoksa toplumsal bir sözleşmeye mi ihtiyacımız var?
Batı Deneyimi: Siyasi Toplumun ve Anayasanın İlişkisi
Eğer karşılaştırmalı bir bakış açısı ile bakarsak, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde halkın kritik anlarda hükümetlerinin davranışlarından çok anayasa ile ilgilendiğini görürüz. Çünkü anayasa, Amerika Birleşik Devletleri’ni uzlaşı yoluyla kurmuştur ve hâlâ halkın gönlünde destek bulmaktadır. Yani Amerikan anayasası, büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’ni kuran örtük toplumsal sözleşme ile uyumlu ve ona büyük ölçüde benzer şekilde ortaya çıkmıştır. Bu da dünyanın en eski yazılı anayasası olan bu anayasanın devamlılığını açıklıyor olabilir.
Aynı durum birkaç Avrupa ülkesi için de geçerlidir. Zira devletin ortaya çıkışı yani “siyasi birlik”, tarihsel, sosyal ve ekonomik koşulların sonucu olarak şekillenmiş ve bu birlik, toplumsal sözleşmelerini, bu gelişimin bir doruk noktası olarak toplumdan doğurmuştur. Bu, modern devlet öncesi dönemden modern devlet sonrasına geçişi işaret etmiştir. Bunun ardından, dünyanın en eski anayasalarından bazıları yazılmıştır ve bu anayasalardan birçoğu -Amerika’daki gibi- hâlâ yürürlüktedir. Dolayısıyla bu durumlarda toplumsal sözleşme ile anayasa arasındaki uyum tekrar eden bir olgudur.
Öte yandan üçüncü dünya ülkelerinde devlet ve anayasa, tarihsel bir gelişimin ürünü veya sosyal ve ekonomik çevrenin bir sonucu değildir. Bağımsızlık, çoğunluğu devlet öncesi bağlılıklarla yoğrulmuş bir yaşam tarzı sürdüren halkın aksine, Batı kültürüne aşina bir entellektüeller grubunun iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlanmıştır. Devlet, yani “siyasi birlik” ve anayasa, bu ülkelerin tarihsel ve sosyal koşullarından ziyade dışarıdan esinlenen fikirlerdi. Başka bir deyişle, bu ülkelerde devleti kuracak bir toplumsal sözleşme eksikti. Yazılı anayasalar mevcut olsa da bu anayasalar etkisiz metinlere benziyordu. Çünkü dayandıkları “toplumsal sözleşme” temeli zayıftı. Ayrıca bu metinleri hayata geçirecek kültüre ve kurumlara sahip sosyal bir çevre de yoktu.
Arap dünyasını yöneten diktatörlük ve totaliter rejimler, dışarıdan dayatılan coğrafi ulusal çerçeveye dayanan kimliksel bir toplumsal ve siyasi etkileşimi geciktirdi. Aksine, bu rejimler uyguladıkları baskı ile sahte ve geçici bir ulusal kimlik yaratılmasına katkıda bulundular. Bu kimlik, anayasal bir maske ve dışarıdan gelen bir meşruiyet örtüsüyle kaplanmıştı. Ancak bu rejimlerin Arap Baharı devrimleri neticesinde çökmesiyle birlikte, bu sahte kimlik hızla çözüldü ve Arap toplumlarında kimlik çatışmaları ortaya çıktı.
Bu nedenle Sudan, Irak ve Lübnan gibi çeşitli Arap ülkelerinde gerçekleşen son protestolar, toplumsal ve siyasi etkileşimler için bir fırsat sundu. Bu etkileşimler, toplumsal sözleşme ile anayasanın uyum içinde olduğu ideal bir modele göre siyasi ve hukuki bir uzlaşıya yol açacak yeni bir toplumsal sözleşmenin yeniden inşasına zemin hazırlayabilir.
Suriye’de Toplumsal Sözleşme ve Anayasanın Konumu: Zayıf Bir Siyasi Birliğe Dayalı Anayasa
8 Mart 1920’de Suriye’nin bağımsızlığı ilan edildiğinde, Suriye Genel Kongresi, bu bağımsızlığın Suriye’nin doğal sınırları dahilinde olduğunu vurgulamıştır. Bu sınırlar, “Suriye”nin yanı sıra Lübnan, Filistin ve Ürdün’ü de (Levant Bölgesi) kapsamaktaydı. Aynı zamanda bazı yazarlar, o dönemde Arap devletlerinde yeni kurulan siyasi sistemin (bizim ifademizle “siyasi birlik”) meşruiyetinin farklı şekillerde de olsa İslam’a dayandığını belirtmiştir. Örneğin, “Devletin dini İslam’dır” veya “İslam, temel yasa kaynağıdır” gibi ifadeler kullanılmıştır. Ayrıca Suriye Krallığı’nın kurulduğu sırada Kral Faysal tarafından savunulan ulusal bağın, o dönemde bağımsızlık talep eden bazı Hristiyan, Alevi ve Dürzi gruplar arasında genel bir kabul görmediği ileri sürülmektedir.
Bu verileri göz önünde bulundurarak, Suriye devletinin ortaya çıkışına eşlik eden toplumsal ve siyasi gerçekliğini temsil ettiğini varsaydığımızda, Suriye anayasalarının, 1920 Anayasa Taslağı’ndan itibaren, Suriyeli kimliğin temel unsurlarını -farklı nedenlerle- göz ardı ettiğini görüyoruz. Bu anayasalar, en azından o dönemin Suriye toplumsal kimliğinde kök salmış olduğu konusunda net göstergelere sahip olmayan varsayımlara dayalı olarak hazırlanmıştır. Lübnan, Filistin ve Ürdün’ün bağımsızlığından sonra Suriye coğrafi olarak sınırlı bir hale gelmiş ve anayasalar özellikle 1920 Anayasa Taslağı, laik bir yönelimi benimsemiştir. Anayasalar, mevcut sınırlar içinde yaşayan tüm unsurların ulusal kimliği benimsediğini varsayarak, “siyasi birlik” temelinde hareket etmiştir.
Bu çarpık ulusal kimlik inşası, Suriye’nin ilerleyen dönemde özellikle Baas rejimi ve Esad ailesinin iktidarıyla daha da pekişmiştir. Bu rejimler, Suriye’de gerçek bir ulusal kimlik olduğuna dair bir yanılsama yaratmışlardır. Devletin “siyasi birliği”nin görünürdeki unsurları, halkın bileşenleri arasında gönüllü bir uzlaşıdan ziyade askeri güçle dayatılmıştır.
Suriye devriminin 2011’de başlamasından sonra bu göstergelerin doğruluğu kanıtlanmıştır. Dinin devletle ilişkisi ve Suriye ulusal kimliğinin “siyasi birlik” ile olan ilişkisi gibi temel sorular hâlâ net, açık ve tatmin edici bir şekilde yanıtlanmamıştır.
Bu durum Suriye’nin “siyasi birliği”nin temellerinin tamamen yok olduğu anlamına gelmez. Daha çok iki önemli gerçeği ortaya koymaktadır. Birincisi, Suriye ulusal kimliğinin tohumlarının var olduğu ve bunların, Suriye toplumunun unsurları arasında açık ve net tartışmalar gerektirdiğidir. Bu tartışmalar, aralarındaki ilişkiyi yönetmek için bir uzlaşının temelini atmalıdır. İkincisi, Suriye’deki çeşitli anayasal belgeler, görünüşte ideal görünen ancak aslında zayıf bir siyasi birliği gizleyen hukuki bir örtüden ibaretti. Bu belgeler, toplumu yönetmek için kurulan kurumların şekliyle ilgilenmiş ancak bu kurumların yönetmesi gereken toplumsal bileşenler arasındaki ilişkiyi yeterince açıklayamamıştır.
Suriye sosyal sözleşmesinin yerleşmesi için gerekli koşullar mevcut mu?
Sosyal sözleşmenin yeniden şekillendirilmesi için gereken temel koşullar, son yüzyılda Arap dünyasındaki anayasal deneyimlerinde eksik kalan üç ana unsura indirgenebilir. Birincisi özgürlük, ikincisi istikrar ve üçüncüsü sosyal sözleşmede halkın temsilinde dürüstlüktür.
Özgürlük, yeni bir sosyal sözleşme yazmak için vazgeçilmez bir önceliktir. Bu, üzerimizdeki her türlü kısıtlamadan ve özgür irademizi ifade etme ve bu iradeyi sosyal sözleşmeye dahil etme engellerinden kurtulmayı gerektirir.
İkinci öncelik istikrardır. İstikrar, genellikle istikrarsızlık, kargaşa ve fedakarlıklar içeren zorlu bir aşama olan özgürlük mücadelesinin ardından gelen doğal bir durumdur. İstikrar, ancak bir “garantör güç” aracılığıyla sağlanabilir ve bu garantör güç, özgürlük mücadelesindeki zaferinden meşruiyetini kazanır ve sosyal sözleşmenin yazımı tamamlanana kadar bu meşruiyet devam eder.
Üçüncü öncelik ise özgürlük ve istikrar mücadelesinin ardından, bu sosyal sözleşmede halkın dürüst ve güvenilir bir şekilde temsil edilmesidir. Bu noktada, halkın bireyleri ve bileşenleri arasında, sözleşmenin içerikleri üzerinde anlaşmak için kullanılacak araç ve yöntemler konusunda bir uzlaşmaya varılması gereklidir.
Bu koşullarda, Suriye’de gerçek bir sosyal sözleşmenin yenilenme şartları mevcut mu?
Suriye’de, halkının iradesi olmadan çeşitli yabancı orduların varlığı, çoğunluğun mülteci ve yerinden edilmiş durumda olması, silah gücü ve yabancı destekle dayatılan bir yönetim, meşruiyeti neredeyse kaybolmuş zayıf muhalefet güçleri ve sosyal sözleşme oluşturma amacı gütmeyen mevcut yapılar (örneğin mevcut anayasa komitesi) göz önüne alındığında, Suriye’nin sosyal sözleşmesini yeniden şekillendirmek tamamen bir hayal olduğunu görürüz. Yeni bir anayasa yazma tartışması, Suriye’nin “gerçek ulusal kimliği” olduğuna dair hayalini yaratan önceki onlarca belgenin üzerine eklenen “şekli hukuki” bir belge yazma girişiminden başka bir şey olmayacaktır.
Sonuç
Mevcut koşulların ışığında ve Suriye’deki sosyal sözleşmenin yeniden şekillendirilmesi için uygun ortamın yokluğunda, Suriye için hazırlanan herhangi bir yeni anayasa, en iyi uluslararası teknik standartlara göre hazırlanmış olsa bile, sadece önceki onca şekli belgelerden biri olarak kalacaktır ve Suriye halkının nezdinde bir itibarı olmayacaktır.
Şu anki süreç, Suriye halkının çıkarlarını dikkate almayan, işgalcilerin namlularının baskısıyla yapılan anayasal metinlerinin yazma tartışmaları Suriye’nin temel sorununu göz ardı etmektedir. Suriye halkının -tüm Suriye halkının- ulusal bir uzlaşıya dayanan Suriye kimliğini hissetmemesidir. Bu da, gerçek bir sosyal sözleşmenin yeniden inşası için mantıklı adımlardan uzaklaştığımızı gösteriyor. Bu bozulmuş süreç, gelecekteki Suriye nesillerini ülkenin istikrarından ve olumlu aidiyetinden uzaklaştıracaktır. Tıpkı yüz yıl önce Suriye Devleti’nin kuruluşunda olduğu gibi doğru başlangıçlar doğru sonuçlara, yanlış başlangıçlar ise yanlış sonuçlara yol açar.
Ancak mevcut koşullar değişirse, anayasa yazımı fırsatı, Suriye’nin ulusal kimliğini “Suriye siyasi birliği” olarak pekiştirmek için bir fırsat olabilir. Bu ise Suriye halkının açık sosyal ve entellektüellerin tartışmalara katılabileceği özgür ve bağımsız bir ortamın varlığına bağlıdır. Yabancı güçlere dayanmak veya bunu tehdit olarak kullanmak, anayasanın fikirlerini ve ilkelerini Suriye’nin sosyal sözleşmesi haline getiremez. Bu duum, yeni sözleşmenin yerleştireceği ilkelerin, hala bileşenler ve entellektüellerin arasında tartışmalı olan tarihi ve sosyal gerçeklerle uyumlu olmasını gerektirir.
Bu ideal ortamın sağlanması mevcut koşullar altında zor bir iş olsa da bu durum Suriye siyasi birliğinin yeniden inşası için tek yoldur. Sosyal sözleşmelerin, ulusal ellerle inşa edildiğini ve dışarıdan yapılmadığını diğer ülkelerinin deneyimleri göstermiştir. Bu nedenle Suriye halkı, özellikle entellektüeller ve gençler, bu gerçeği değiştirmek ve Suriye sosyal sözleşmesini tamamlayıp pekiştirmek için araçlar ve mekanizmalar üzerinde düşünmelidir. Bu durum kısa vadede gerçekleştirilebilecek bir hedef gibi görünmemektedir. Dolayısıyla bu da mevcut duruma uygun alternatif araçlar aramayı ve gelecekteki ulusal diyalog için uygun ortamı hazırlamayı zorunlu kılar. Bu bağlamda, yerel anlaşmalar oluşturmak için yerel diyalogların yürütülmesi, genel Suriye siyasi birliğini hazırlamaya yönelik en önemli yaklaşımdan biri olabilir. Bunun amacı, Suriye’nin sosyal sözleşmesini yok etmek, parçalamak veya zayıflatmak değil, tam tersine güçlendirmektir.
مؤسسة بحثية سورية تسعى إلى الإسهام في بناء الرؤى والمعارف بما يساعد السوريين على إنضاج حلول عملية لمواجهة التحديات الوطنية المشتركة وتحقيق التنمية المستدامة